O, Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er gördü. Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağları eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu. Ona sordu:
-Asker ağlamaz, sen niye ağlıyorsun?
O, Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er gördü. Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağları eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu. Ona sordu:
-Asker ağlamaz, sen niye ağlıyorsun?
Yazı devriminden sonra (I Kasım 1928), Atatürk'ün kara tahta başındaki resmi görülünce, ona "Başöğretmen" denilmeye başlanmıştı. Aslında, adlandırmada geç kalınmıştı. Kurtuluş Savaşı'ndan hemen sonra, bir İstanbul gazetecisi kendisine şöyle bir soru yöneltmişti:
-Yurdu kurtardınız? Şimdi ne yapmak isterdiniz?
Afyonkarahisar'ın hatlarının çözülmesi sonunda birkaç Yunanlı tutsak, geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan birisi, Muzaffer Generalin doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti. Yüz, kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında da hiçbir bellilik görmediğinden kim olduklarını ve rütbelerini sormaya başlamıştı.
Ankara'da bir okulu ziyaret etmek istedim. Kalabalık bir heyetle bir ilköğretim okuluna gittik. "Bir sınıfa girip ders dinleyelim." dedim. Rasgele bir sınıfa girip öğretmenden izin istedik. Kibar biriydi; kabul etti. Ben, yazı tahtasının yanıbaşında ayakta duruyor, bir yandan dersi dinlerken, diğer yandan öğrencileri izliyordum.
İzmir kurtulmuştu. Çok tatlı bir yorgunlukla Ankara'ya hareket edeceklerdi.
Trene binerler ve kompartımana çekilirler. Ertesi gün yaveri, Atatürk'ün kompartımanının kapısını çalar. Atatürk, yorgun, bitkin bir halde kravatını yıkamaktadır. Yaveri: "Paşam bu ne hâl, hiç uyumadınız herhalde, niye böy-lesiniz?" der.